Dün gece Rahman suresinin mealini okurken, aklıma Tekin beyle yaptığım sohbet geldi… Bir yazımın altına yorum bırakmış ve “tapınılan bütün tanrılar insan zihninin bir ürünü” olduğunu söylemişti… Düşüncesini detaylandırdığı yorumunda;
“Tarih boyunca yaşamış ünlü düşünürler filozoflar sayesinde önce, sonra, varlık, hiçlik, sonsuzluk, yaşamın temeli, varlığın kaynağı, ölüm sonrası, yaşam öncesi, astronomi vs. gibi kavramların oluşması ayrıca insanın bu kavramlar karşısındaki acizliği ile; dinler, inançlar ve tanrı kavramı muazzam bir ölçüde gelişerek günümüze gelmiştir. Bu sürecin en son ve en muhteşem ürünü Kur’an’ı Kerim’dir.
Ta ki 1687′de Sir Isaac Newton ‘Philosophiae Naturalis Principia Mathematica’yı yazana kadar.”
Kendisine cevap olarak demiştim ki;
“Yazınızdan insanlık tarihinin kabataş, yontma taş, cilalı taş gibi evreler yaşadığına inandığınızı anlıyorum… Yani diyorsunuz ki “hiç bir şey bilmeyen, konuşamayan, yazamayan,yemek pişirme nedir bilmeyen” insanlar, “nasıl bir aydınlanma” yaşadılarsa zamanla bunları keşfetmeye başladılar!
Sizin savınızın doğru olduğunu düşünelim…
Bugünün modernliğinden uzakta, tamamen vahşi bir doğada dünyaya gelen çocuk, sizin tezinize göre bir zaman sonra, hayvanlardan farklı olarak konuşma, yemekleri pişirme gibi şeyleri keşfetmesi lazım…Kısaca “hayvanlardan farklı yaşamayı, en azından “iki ayak üstünde yürümeyi” bilmesi lazım, değil mi?
Şimdi sizinle bir kaç isim payşalacağım… Bunlar bahsettiğiniz Newton kadar gerçek insanlar… Gerçek kayıtlar… Bu kişilerin ortak özelliği ormanda dünyaya gelmeleri… Tamemen hayvanların arasında büyüyen bu insanlar, çocukluktan itibaren bakalım hangi özelliklerini geliştirebilmişler... En basiti içlerinden geldiği gibi basit bir müzik bile mırıldanıyorlar mıydı? İçlerinden biri iki kız kardeş… toplum olma, Bir arada yaşamaya ilişkinde bu örneğin size bir fikir vereceği kanaatindeyim…
şimdi örnekler;
Türkiye’de bulunan ayı-kız…
Adana’da iki avcı bir dişi ayıyı öldürür ve aniden uluyan uzun saçlı bir yaratık tarafından saldırıya uğrarlar. Bu yaratığı güçlükle zaptederler ve bağlarlar. Sonradan onun küçük bir kız olduğunu anlarlar. Daha sonra bu küçük kızla ilgili yapılan araştırmada 8 yıl önce Musalılar isimli köyden bir kadının ormanda çalı çırpı toplarken çocuğunu kaybettiği anlaşılır. Daha sonra bu kız Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne götürülmüştür. Sonrasında ne olduğuyla ilgili hakkında fazla bilgiye ulaşamadım…
Kurt ininde bulunan kızlar Amala-Kamala
Beklide yabani çocuklarla ilgili olarak en popüler olanlar kurtlar tarafından büyütülen Amala ve Kamala ’dır. 1920’de J.A.L. Singh dişi bir kurt ve matlaşmış, uzun saçlı, insan görünümlü yavrularını görür. Ciddi bir plan ve hazırlıktan sonra bu iki yavru yakalanır. Sırasıyla bu kızlardan birisi 8 yaşında diğeri ise bir buçuk yaşındadır. Bir yetimhaneye bırakılan bu çocukların davranışları ve görünümleri kurt gibidir. Dört ayak üzerinde hareket ediyorlar ve dizleriyle avuç içleri nasır bağlamış durumdadır. Çiğ ete bayılmakta ve fırsatını bulduklarında çalmaktadırlar. Suyu dilleriyle içmekte ve yiyeceklerini çömelmiş vaziyette yemektedirler. Dilleri kalın ve kırmızı dudaklarından dışarı sarkmış ve kurt gibi solumaktadırlar. Gece yarısı asla uyumamakta, sinsi sinsi av arar gibi dolaşmakta ve ulumaktadırlar. Bir sincap gibi çok hızlı hareket etmektedirler ve onlara yetişip yakalamak çok güçtür. İnsandan tümüyle uzak durmakta ve eğer yaklaşılırsa dişlerini göstermektedirler. İşitme duyuları çok duyarlı ve bir etin kokusunu çok uzaklardan duyabilecek kadar koklama hisleri gelişmiştir. Gündüzleri çok iyi göremezken geceleri daha iyi görebilmektedirler. 1921’in Eylülünde ikisi birden hastalanır ve küçük olan Amala ölür. Sing Kamala’yı elinden geldiğince eğitmiştir. İki yılda ona yürümeyi ve tuvalet eğitimini vermiştir. Yinede heyecanlandığında ya da korktuğunda dört ayak üzerine gelmiştir. Yaklaşık üç yıl sonra Kamala yaklaşık bir düzine kelime öğrenebilmiştir. İlerleyen yıllarda kelime dağarcığı kırka kadar ulaşmıştır. Bununla birlikte kelimeleri telaffuzunda yaşıtlarına göre çok geridir. Genellikle kelimelerin yarısını söylemektedir. Örneğin Hintçe kedi (biral) demek için bil, tabak (thala) demek için tha demektedir.
Aveyron’un vahşi çocuğu Victor
Fransa’da 1797’de bulunmuştur. Bulunduğunda 12 yaşlarındadır ve bu yaşa kadar ormanda yalnız olarak yaşamıştır. Victor yakalanmış fakat kısa süre sonra kaçmıştır. Daha sonra tekrar yakalanmıştır. Konuşamıyordu hayvan gibi hırıltılar çıkarıyordu. Gerek yiyecek tercihleri gerekse vücudundaki yara izleri onun yaşamının önemli bir kısmının vahşi ortamda geçtiğini gösteriyordu. Paris’e getirilen Victor farklı bilimsel ve medikal gruplarca incelendi. Psikolog Philippe Pinel çocuğu inceledi ve eğitilemez idiot olarak tanı koydu. Buna rağmen sağır ve zihinsel engelli çocukların öğretmeni J.M.G. Itard çocuğun eğitimini üstlendi. Victor okumayı, birkaç kelime söylemeyi ve emirlere itaat etmeyi öğrendi ama düzenli olarak konuşmayı asla öğrenemedi. 1828 yılında öldü.” http://www.kisiselbasari.com/hayvanlar-tarafindan-buyutulen-vahsi-cocuklar.html
Görüyorsunuz Tekin Bey,
Tamamen vahşi doğada yaşayan ve hayvanlarla içiçe büyüyen insanlar, bırakın zamanla taşları yontmayı, aletleri kullanmayı öğrenebilmesini, “iki ayak üstünde yürümeyi” bile keşfedemiyorlar… Tip olarak dahi, insan görünümünden çok uzaktalar…Çiğ et yiyorlar…Hatta ben daha detaylı yapılan bir araştırmayı okumuştum.. Bu tür insanlar, bizim gibi ÜŞÜMÜYORLAR… Giyinmeyi keşfede-me-mişlerdi… Zaten vahşi doğada bulunan bu insanların hiç biri, Adem as gibi avret yerini ört-me-mişti… Hepsi bulunduklarında çıplaktı…
Mutlaka bir “öğretici” olması lazım… İlk insan Adem as’a Allah her şeyi öğretmişti…
Bir tanrıya inanma ihtiyacı; insanın doğasında var zaten… Yüreyebilme, konuşabilme yeteneği gibi… Ama fıtratta var olan bir şeyin açığa çıkması için “Öğreticiye” ihtiyaç var…
Zaten, Kur’an da inancın “önce bir uyarıcıyla öğretilme süresi, sonra inanma dönemi” olduğu gerçeğini vurgular…
“Kim doğru giderse sırf kendi lehine gider, kim de sapıklık ederse ancak aleyhine eder. Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenmez. Ve biz resul gönderinceye kadar azaplandırmayız.” (İsra, 17/15)
Uyarıcılar olmadan biz hiçbir beldeyi helak etmedik.” (Şuara, 26/208)
Rabbin (beldelerin) merkezinde ayetlerimizi okuyan bir elçi göndermedikçe, beldeleri helâk edici değildir.” (Kasas, 28/59)
İnsan, Allah’a şükretmelidir… Şükretmek için ibadet etmelidir… Çünkü eğer yaradan bildirmeyip, öğretmeseydi, gerçekleri anlatan bir uyarıcı göndermemiş olsaydı, insan ne yürüyebilmeyi, ne konuşabilmeyi, ne de yazmayı öğrenirdi…
Görüntü de insan-hayvan karışımı, öz de ise bir hayvan olurdu…
Andolsun biz, cinler ve insanlardan, kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da bunlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçoklarını cehennem için var ettik. İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar. İşte bunlar gafillerin ta kendileridir. Araf suresi;179
Allah, öğretmemiş olsaydı, bugün Newton diye birini de tanımazdınız… Muhtemelen Newton’un yapacağı tek matematik hesabı da, meyve biriktirmekten ibaret olurdu…”
Gece okuduğum ve takılıp kaldığım Rahman suresi;
Allah, “İnsanı yarattı. Ona beyanı (düşünüp ifade etmeyi) öğretti.” Rahman Sures, 4
Ayetler ışığında düşününce bir şeyi daha hatırladım…
Ateistlerin, Allah’ın lütfu sayesinde sahip oldukları konuşma becerilerini , onu reddetmek için kullanıyor olmalarını…
Oysa;
“Bunu söyleyebilmek için bile, yaratılmanız gerekiyor. Yani, Allah’a itirazınızı yaratılmadan yaparsanız,o zaman kendinize ait bir itiraz ve ciddi bir şey olur. Becerebiliyorsanız bunu yapın. Yok, Allah’a itiraz etmek için, inkar etmek için bile yaratılmaya muhtaçsanız, yani yaratıldıktan sonra itiraz ediyorsanız, SUSUN. Haddinizi bilin. Bu iş değil…
Sana emanet edilmiş olanla itiraz ediyorsun. Üstelik sana emanet edene karşı.. Sana emanet edilmiş olanla isyan ediyorsun.. üstelik sana emanet edene karşı… Bu iş değil… Bu dürüstlük de değil. Onun için bu tip cehaletten ya da Allah’a ihanetten kaynaklanan yaklaşımların tutarlılıkla alakası yoktur…” Mustafa İslamoğlu..
Gerçekten de Rahman suresi, akıl sahibi insanlar için oldukça etkileyici…
“O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?”… (Bu ayet, Rahman suresinin içinde çok sık tekrar edilir…)