Ateist ve deistler ne diyorlar oruçla ilgili;
1- “Oruç , Yahudi geleneği idi… Peygamber, yahudilere kendisini kabul ettirmek istediği için onların bu geleneğini kabul etti… Önceden bu ibadeti bilmiyordu”
Neden böyle bir yanılgıya düşüyor iddia sahipleri… Çünkü oruç ibadetinin, peygamber efendimizin Medine’ye hicret etmesi ( oradaki Yahudileri tanıması sonucu) başlamış olduğunu düşünüyorlar…
Daha önceden de yazmıştım… Peygamber efendimiz, peygamberliğini ilan etmeden önce de Mekke de tavaf, kurban gibi ibadetler yapılıyor ve biliniyordu… ( Ancak İbrahim as ın öğrettiği bu ibadetleri müşrikler başkalaştırmış ve putlar için yapar hale gelmişlerdi… Örneğin Kabe’nin etrafında çıplak şekilde tavaf edilmesi gibi)
Tıpkı bu ibadetler gibi İslamiyetten önce de Mekkede oruç ibadeti (Hanif dinine inananlar tarafından) bilinen bir ibadetti…
Şunu çok net kavramak lazım…
İslam, peygamber efendimiz ile başlaMAmıştır… ADEM as ile başlamıştır… Ve dinin özü hiç değişMEmiştir…
“Şüphesiz Allah katında din İslâm’dır. Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra sırf, aralarındaki ihtiras ve aşırılık yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah’ın âyetlerini inkâr ederse, bilsin ki Allah hesabı çok çabuk görendir.” Al-i İmran 19
Eğer oruç ibadeti tarihte ilk Yahudi inancıyla başlamış ve sadece bu inanca mahsus bir ibadet şekli olsaydı; ateist ve deistlerin bu iddiası belki mantıklı bir zemine oturabilirdi…
Ancak görüyoruz ki, bütün dinlerde (Hristiyanlık,Hinduizm, Brahmanizm, Budizm, Janizm, Maniheizm, eski Yunan ve Kelt dinleri gibi) oruç ibadeti var…
Bu noktada insanın aklına şu soru geliyor…
“Neden bütün dinlerde oruç ibadeti var?”
Cevap Bakara suresinde…
“Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.” Bakara 183
2. “ Müslümanlar açın halinden anlamak için oruç tutuyor iseler fakirler neden oruç tutuyor? Onlar zaten bütün bir sene aç…”
Bu cümleyi kuran atesit ve deistler şöyle bir ayrıntıyı kaçırıyorlar… Müslümanlar oruç, namaz,kurban gibi ibadetleri Allah emrettiği için yaparlar…
Bugün bazı doktorlar vücut ve ruh sağlığı üzerinde namaz kılmanın, abdest almanın büyük faydaları olduğunu söylüyorlar…
Ama Müslümanların namazı kılmalarının sebebi, namazın bu faydaları değil… Bütün ibadetlerde esas amaç Allah’ın rızasını kazanmaktır… Bu niyetle başlarız ibadetlerimize…
Fakirin halinden anlamak orucun insana kazandırdığı yararlardan sadece biridir… Ama namaz konusunda da örneklediğim gibi Müslümanların bu ibadeti yapma sebebi değildir bu…
Oruçla ilgili kafalarda soru işareti uyandırmaya çalışan ateist ve deistlere sesleniyorum… Bir kez olsun dürüst olsanız… Orucu bahane etmeyip gerçekte söylemek istediğinizi söyleseniz…
ve deseniz ki; “ Hayatımın bütün alanlarına müdahele eden bir din istemiyorum…”
Bunu deseniz sizi anlarım… Çünkü;
“ İnsan nefsi, kendisini hür ve serbest ister, kendisine hiç karışanı olmadan, dilediği tarzda hareket etmeyi arzular. Mahiyetindeki âcizlik ve zayıflığı, kusur ve hatâları hiçbir vakit görmeye yanaşmaz.
Hadsiz nimetlerle beslenip yaşatıldığını, terbiye olunduğunu asla düşünmek istemez. Âdeta demirden bir vücudu, ölümsüz bir hayatı varmış gibi bütün varlığıyla dünyaya sarılır, birçok kötü ahlâk ve günahlar içinde yuvarlanıp gider. “Fetva.org
Oruç ile ilgili bir cümle daha kuruyorsunuz forumlarda… Diyorsunuz ki;
“Ne gerek var bütün gün boyunca aç kalmaya? Mantıklı değil”
Oysa dürüst olsanız bu cümleyi şöyle kurarsınız…
“Ne gerek var bütün gün boyunca aç kalmaya? Nefsime uygun değil… Nefsime zor geliyor“
Eğer İslam, peygamber efendimizin uydurması olan bir din olsaydı, en başta kendi hayatının bütün alanlarına müdahele eden bir din oluşturmazdı… Kendisini hür ve serbest bırakırdı…
Arabistan’ın sıcağını da düşünürek bir çıkarım yapın… İçinde insanın nefsine bu kadar zor gelen (bir ay boyunca kendisinin de uymak zorunda olduğu) bir ibadeti, insan kendi yazdığı kitaba dahil eder mi? Akıl var, mantık var yapmayın lütfen…
Sözün özü Ramazan ayı, “akıl sahipleri” için fırsatlar ayıdır…
Nedir bu fırsatlar?
Merak edenler için Süleymaniye Vakfının hazırladığı aşağıdaki çalışmayı paylaşmayı faydalı buluyorum…
” 1. Fırsat: Takvâ
Allah Teala Kur’an-ı Kerim’de orucun amacını şöyle belirtiyor:
“Ey iman edenler, oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de korunasınız diye farz kılındı.” (Bakara, 2/183)
Mealde altı çizili olan yer, ayet metnindeki (لعلكم تتقون) “leallekum tettekûn” ifadesinin karşılığıdır. “Tettekûn” kelimesi, takvâ (تقوى) kelimesinden türemiştir. Bu durumda ayetin anlamı; “takvâlı olasınız diye” demek olur. Takvâ, ‘korunmak’ demektir. Neden korunmak? Günahlardan, haramlardan, şirke düşmekten… Kısaca her türlü kötülüğe karşı kendini korumanın adıdır takvâ. İşte kişiye bu takvâ ruhunu aşılamanın yollarından biri de oruçtur. Zaten Farsça rûze kelimesinden dilimize geçen orucun Arapça karşılığı da savm / sıyâm’dır. Bu da ‘tutmak’ anlamına gelir: Kendini tutmak. Oruçluyken yemeye, içmeye ve cinsel ilişkiye karşı kendini tutmak. İşte insan oruçluyken aynı zamanda Allah’ın yasakladığı diğer şeylere karşı da kendini koruduğu vakit orucun hedefine yani takvâya ulaşacaktır. Budur Ramazan ayında oruç tutmanın gayesi, amacı: Kişiyi takvâya ulaştırmak, takvâ bilinciyle donatmak.
2. Fırsat: Kur’an
Ramazanı Ramazan yapan değer, Kur’an’dır. Bunu şu ayetten gayet açık bir şekilde anlamaktayız:
“Ramazan öyle bir aydır ki Kur’an o ayda, insanlara doğruyu gösteren ve doğruyu yanlıştan ayıran belgeler halinde indirilmiştir…” (Bakara, 2/185)
Ne anlama gelir bu ayet? Sevdiğiniz, beğendiğiniz bir şeyi dostlarınıza, arkadaşlarınıza anlatırken onun en güzel tarafı ile başlarsınız. “Bu sene bir yere tatile gittim. Öyle güzel bir havası vardı ki…” dersiniz, havasını çok beğendiyseniz. Yahut sizin için gerçekten muhteşem olan manzarasından veya sessizliğinden sakinliğinden başlarsınız… Yani orayı sizin için bir kez daha gidilesi, görülesi kılan şey ne ise onu ön plana çıkarırsınız. Allah da Ramazanı bize öyle sunuyor: “Ramazan öyle bir ay ki Kur’an o ayda indirilmiştir.” Tabiri caizse “ne yapın ne edin Ramazanı Kur’an’la yaşayın” diyor Rabbimiz. “Eğer muhteşem bir Ramazan yaşamak istiyorsanız bunu Kur’an’sız yapamazsınız” diyor. Zira Kur’an’sız bir Ramazan, tatsız tuzsuz bir yemeğe benzer. Yersiniz ama lezzet almazsınız.
Öyleyse bundan önceki ramazanları Kur’an’sız yaşama bahtsızlığını gösterdiysek ve Allah bir fırsat daha verdiyse bize, bu sene farklı bir Ramazan geçirmek zorundayız demektir; Kur’an’lı bir Ramazan… Diğer zamanlarda olmadığı kadar Ramazanda Kur’an’a vakit ayırmak, onunla ilişkilerimizi bir kez daha gözden geçirmek durumundayız.
“Onlar Kur’an’ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerinin üzerinde kilitler mi var?” (Muhammed, 47/24) ilahi uyarısını göz önünde bulundurarak okuduğumuz Kur’an’ı anlamaya, anladığımızı da hayatımıza aksettirmeye büyük özen göstermeliyiz. Bugüne kadar “her Ramazanda bir hatim” idiyse hedefimiz bu Ramazan farklı olmalı. “Okuduğumu anlamaya çalışmalıyım” diyerek kendimize bir program yapmalıyız. Her gün birkaç ayet veya 1 sayfa yahut 5, 10, 15 sayfa.. Yapabilen her gün bir cüzü mealiyle birlikte okumalı.
3. Fırsat: Şükür
Ramazanın öyle pek de fazla dillendirilmeyen bambaşka bir özelliği daha vardır. Ramazan, oruç ve Kur’an ayı olmasının yanı sıra aynı zamanda bir şükür ayıdır. Oruç ayetlerinin devamında Allah Teala şöyle buyuruyor:
“Ramazan öyle bir aydır ki Kur’an o ayda, insanlara doğruyu gösteren ve doğruyu yanlıştan ayıran belgeler halinde indirilmiştir. (…) Allah size kolaylık diliyor, zorluk dilemiyor. Bir de o sayıyı tamamlamanızı ve size gösterdiği doğru yol üzere kendisini yüceltmenizi istiyor. Umulur ki, şükredesiniz! (Bakara, 2/185)
Şükür, teşekkürdür. Kadir kıymet bilmek, kul olduğunu hatırlamaktır. Aciz olduğunun, Allah karşısında veren el değil alan el olduğunun, rızka muhtaç olduğunun farkına varmaktır. Bir ramazana daha ulaştırdığı için, bir kez daha fırsat verdiği için, bu sevinci bir kez daha yaşattığı için Allah’a teşekkürün ifadesidir.
Ramazanın, orucun bir başka hedefi, kullara şükür bilinci aşılamaktır. Şükür, bir sevincin dışa vurumudur. Ramazan gibi bir nimete gark olan mümine yakışan bir teşekkürdür.
İnsan nasıl ibadetle emrolunmuşsa aynı şekilde şükretmekle de emrolunmuştur:
“Hayır! Yalnız Allah’a kulluk et ve şükredenlerden ol.” (Zümer, 39/66)
Fakat maalesef bu emri çok az insan yerine getirmektedir.
“…Allah, insanlara çok ihsanda bulunmuştur, lâkin insanların çoğu şükretmezler.” (Yunus, 10/60; Neml, 27/73)
Şükrün zıddı küfrân-ı nimettir, yani nankörlük etmek, görmezlikten gelmektir. Allah’a şükretmeyen, ona nankörlük ediyor demektir.
“Şüphesiz biz insana doğru yolu gösterdik. Bundan sonra ister şükredici olsun ister nankör.” (İnsan, 76/3)
“Artık Beni anın, Ben de sizi anayım; Bana şükredin, nankörlük etmeyin.” (Bakara, 2/152)
Kul şükrettiğinde Allah bundan hoşnut olur, kuluna verdiği nimetleri daha da artırır. Fakat nankörlüğün cezası da çok kötüdür:
“…Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir!…” (İbrahim, 14/7)
“Eğer nankörlük edecek olursanız bilin ki Allah sizden müstağnidir, hiç kimseye ve hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, ama kullarının inkâra sapmalarına razı olmaz. Eğer şükrederseniz, bundan da hoşnut olur…” (Zümer, 39/7)
“Siz şükredip iman ettikten sonra Allah ne diye sizi cezalandırsın ki? Allah şükredenlerin mükâfatlarını bol bol verir ve her şeyi hakkıyla bilir.” (Nisa, 4/147)
4. Fırsat: Dua
Oruç ve ahkâmı ile ilgili 4 ayetin (Bakara 183, 184, 185 ve 187. ayetler) arasına serpiştirilen dua ile ilgili şu ayetin anlamına dikkat etmek gerekir:
“Kullarım sana beni sorarlarsa, ben yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına karşılık veririm. Onlar da bana karşılık versinler. Bana güvensinler. Böylece olgunlaşırlar.” (Bakara, 2/186)
Anlaşılıyor ki oruç ile dua arasında sımsıkı bir ilişki bulunmaktadır. Hazır oruçluyuz, Kur’an’ımızı okuyor, şükrümüzü de ifa ediyoruz. Yani yukarıdaki ayette Allah’ın bizlerden istediği gibi biz ona karşılık veriyor, onun istediklerini yapıyoruz. Aynı zamanda şeksiz şüphesiz bir şekilde Ona güveniyoruz. O halde sıra bizde: Açalım ellerimizi Ondan isteyelim. Ondan karşılık bekleyelim. Ona yalvara yalvara, için için dua edelim. Onun istediği gibi:
“Rabbinize için için yalvararak gizlice dua edin. O, taşkınlık yapanları sevmez.” (A’raf, 7/55)
Duanın samimiyeti onun gizliliğinde saklıdır. Buna çok dikkat etmek gerekir. Ebû Musâ radıyallâhu anh anlatıyor: “Bir sefere (Hayber Seferi) çıkmıştık. Halk (yolda, bir ara) yüksek sesle tekbir getirmeye başladı. Bunun üzerine Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm müdahele ederek:
“Nefislerinize karşı merhametli olun. Zira sizler, sağır birisine hitap etmiyorsunuz, muhatabınız gaip de değil. Sizler gören, işiten, (nerede olsanız) sizinle olan bir Zat’a, Allah’a hitap ediyorsunuz. Dua ettiğiniz Zat, her birinize, bineğinin boynundan daha yakındır” dedi.”5
İftar edene kadar oruçlunun duasının reddedilmeyecek dualar arasında olduğunu Peygamberimiz de müjdelemiştir.6 Öyleyse bu da yukarıda sayılan diğer şeyler gibi kaçırılmayacak fırsatlardan bir diğeri. Ramazanda bir daha bu fırsatı bulamayacakmışçasına bol bol dua etmeliyiz.” http://www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/firsatlar-ayi-ramazan.html