Ülkesine bir madalya kazandıran sporcunun sevincini izliyorum… Dizlerinin üstüne çöküp, başını yere koyuşunu … Belki de hayatı boyunca Allah’ın huzurunda hiç diz çökmemiş, secde etmemiş…
Duyduğu acı bir haberle yıkılan birini izliyorum… canının acısıyla dizlerinin üstüne çöküp, başını yere koyuşunu… Belki de hayatı boyunca Allah ‘ın huzurunda hiç diz çökmemiş, secde etmemiş…
Bombaların, insanların üzerine yağdığı bir şehri izliyorum… İçlerinden birinin korkuyla dizlerinin üstüne çöküp, başını yere koyuşunu… Belki de hayatı boyunca Allah ‘ın huzurunda hiç diz çökmemiş, secde etmemiş…
“senin önünde niye diz çökeyim” kibirliliği ile yaratana kafa tutanları,
Allah, yarattıkları sebebiyle secde ettirir…
Kimi acının, kimi sevincin, kimi korkunun, kimi hastalıkların karşısında acizliğini hisseder, diz çöker …
Bilmezler…
Afrika’nın güneşe, ateşe ya da herhangi bir şeye tapan kabilesine gitseniz, taptıkları şeyin karşısında secde ettiklerini görürsünüz…
Diz çökmek, Eğilmek neden? Kim öğretti?
Bilmezler…
“Kibirli” insan, evlenme teklif ederken sevgilinin önünde zevkle diz çöker de,
“sevgilisini yaratana” diz çökmeyi anlamsız bulur …
Suyun kendisi midir değerli olan, çölde görülen yansıması mı…
Hangisinin önünde eğilmek susuzluğu giderir…
Bilmezler…
Kibirleri sebebiyle “neden secde edeyim ki “ diyenler,
Her gün başka bir sebeple diz çökerler…
Sadece kendileri değil, gölgeleri bile…
Bilmezler…
“Göklerde ve yerde bulunanlar da onların gölgeleri de sabah akşam ister istemez sadece Allâh’a secde ederler.” (Ra’d, 13/15)