Uzun zamandır izlemem için listemde bekleyen bir film vardı… “Grey Gardens”…
Film, 1975 çekilen belgeselden uyarlanma… Pek belgesel de denilemez aslında… Enteresan…
Jacqueline Kennedy’nin halası Edith Bouvier Beale ve kızı Edie Bouvier Beale’in gerçek yaşam öyküsünün anlatıldığı belgeselden uyarlanan film, 2009 yılında gösterime girdiğinde 2 günde 2,7 milyon kişi tarafından izlenerek rekor kırmış…
Şimdiden söyleyeyim, filmi izledikten hemen sonra merakınızdan belgeselin orjinalini, anne ve kızın asıl hallerini görmek isteyeceksiniz…
Ve emin olun, gerçek görüntülerden sonra daha da etkileneceksiniz…
Filmin sonunda kendime; iyi şartlarda yetişmiş bu iki “güzel” zengin kadının, hangi nokta da gerçeklik algılarını yitirdiklerini sordum…
Bulamadım…
Belki siz bulabilirsiniz…
Küçük Edie, 2002’de, bir apartman dairesinde ölü bulunmuş… Annesinin yanına gömülmek istememiş…Külleri, denize atılmış…
The End…
Ne zaman duygularım artık yoğunlaşamayınca bir sinemaya giderim. Tabiki seçerek seyrederim filmi. Aslında beyaz ekranda, bulmak istediklerimi bulurum belki de! Ya da ben onu üstüme alırım. Sanki yönetmen beni düşünmüş, kamereman benim sevdiğim açılardan çekmiştir sahneleri.
Ankara’da yaşadığım yıllarda liseye gidiyordum. Üniversite yıllarında da Ankara’ya uğradığım oldu. Beni etkileyen, hayata farklı bakmamı sağlayan; güzel filmleri hep bu şehirde gördüm. “Braveheart” filmini 5-6 kez seyrettim o zamanlarda (1995).
Ne demek istiyorum? Şudur: İyi bir psikoloğa gitmeden iyi bir filme gidin derim. Ha bu arada psikoloğa da gidebilirsiniz. Tabiki karşılaştırma size kalmış.
Yukarıda sunulan “Grey Gardens” filmi bana bunları anımsatmasının yanında, bir önemli husus daha söylemek isterim.
Farklı tarzlar, zamanı değişime zorlar. Bu iyi ve kötü yönde olabilir. Bugün çevremizde çocuklar bilerek İslam’ı seçseler ne güzel olur; ama böyle değil: “Annem, babam Müslüman ben de Müslüman’ım.” Ya da “Annem babam Hıristiyan, yahut Yahudi ben de buyum.” diyen bir nesille içiçeyiz.
Kaçımız kendi kabulümüzle seçtik yaşam biçimimizi yani dinimizi. Allah’la başbaşa kalıp öyle diyorum.
İyi düşünmelisiniz diyorum. Kabul etmek, yanında yükümlülükler de getirir.
Selam ile.
Gerçek hayatları veya olayları anlatan filmlere, kitaplara bayılırım… Kurgudan uzak olan gerçeklik etkiler beni…Hatta lisedeyken çok tatlı bir sanat tarihi hocamız vardı…Her resmin hikayesini, arka planını anlatırdı bize..Onun için onun derslerini ağzım kulaklarımda dinlerdim…
Film izlerken ya da kitap okurken, üçüncü göz olarak izleriz herşeyi… Ve çoğu yerde hikayenin kahramanına müdahale etmek isteriz… “O yola girme sakın” deriz mesela, ya da “sakın bağlanma o kişiye, arama sorma” gibi…Çevresinde de onu uyaranlar olur…Dinle onu deriz duymayacağını bile bile.. o ısrar eder. Yaşayarak görmek ister yanlışlarını…
Hayatın kırılma noktaları var…Bu herkeste farklı…ve İşin açıkçası, hepimizin hayatı da film olabilecek kadar entersan aslında…
dinimi kendim seçtim,bunun için zorlu ruhsal süreçlerden geçtim.kaç kişi bu süreci göze alıyor,aslında asıl yapmamız gerekenler sonra başlıyor,insanların allaha ve dine bağlanmayışı sona doğru yaklaştıkça hüsrana sürükler,yeryüzünde salına salına gezenler sakın seni şaşırtmasın denmiş peygambere,bazı ruhlar hakikaten avunamaz nefsani şeylerle,bunu allah mı veriyor biz mi seçyoruz?ama biz seçmiyoruz çünkü insan kendine ağır gelecek şeyi seçmez, ben rahmana borçluyum ruhumu,zaten ondan geldim ve kendimi ondan bağımsız bir varlık sandıkça ,ona teslim olmadıkça,benlik davasında kaybolup gidiyorum
Figen hanım, bir cümlenizin doğru ol-ma-dığı kanaatindeyim…”bunu allah mı veriyor biz mi seçyoruz?ama biz seçmiyoruz çünkü insan kendine ağır gelecek şeyi seçmez, ” cümleniz… Kader ve imtihan, müslümanların, hatta ateist ve deistlerin en çok yanlış yorumladığı iki konu…
Ben bu iki konunun doğrusunun; kader ile ilgili https://www.mervece.com/?p=207,imtihan ile ilgili https://www.mervece.com/?p=207 olduğu kanaatindeyim…
saygılarımla…
Bundan böyle “bey ve hanım” gibi saygı olarak addedilen sözcükleri kullanmak istemiyorum. İsim, kişisel olarak daha uygun geliyor bana. Saygı zaten karşındaki kişiyi olduğu gibi kabul etmek değil mi?
Figen’in dediği: “bazı ruhlar hakikaten avunamaz nefsani şeylerle, bunu allah mı veriyor biz mi seçyoruz? Ama biz seçmiyoruz çünkü insan kendine ağır gelecek şeyi seçmez,” alıntım, aslında bana da yakın geliyor. Çünkü akıl ile yaklaşırsak daha iyi anlaşılacaktır.
Ahzab Suresi 72’de “emanetin insan tarafından kabul edildiği, gerçekte zalim ve cahil olduğu” gibi bir önceki yaşantıdan söz edilir ve biz bunu anımsamıyoruz bile…
Cinsiyetimizi şu an seçemiyoruz, anne – babamızı seçemiyoruz; geneli bazı özelliklerimizi seçemiyoruz. Bu hakkımız değil; İlahî bir vergi, yani bağış.
Yaptıklarından ve konuşmalarından haslet ya da delalete düşenlere “Enam s. 125’te” ‘Hidayetin Allah’tan olduğu kesindir. İstemenin sınırsız sahipliği Allah’ındır.
Hatırlamamak, dedim ya. Enam 126’da “Hatırlayıp ibret alan bir kavimden” de söz eder ki Allah’ın, gönlünü İslam’a açtığı kişiler ki bunlar mü’min olacak kimselerdir, Ahzab 72’deki emaneti yüklenmeyi hatırlıyorlar. Bu gerek Kuran ile gerekse ilham ile olabilecek bir hâl olabilir.
Allah bana kafidir. Selamile…
Allah mı veriyor biz mi seçiyoruz derken yanlış anlaşıldım sanırım,ben sadece kendime kalsa böyle bi yolu bulamazdım gibime geliyor,çünkü geleneksel şeylerden çok düşünsel şeylere meraklıydım,yani bu öyle gizemli bir iletşim ki biz istiyoruz aslında fakat allahta murad ediyor,çünkü öncelikli irade bizde ,yoksa imthan olmanın anlamı olmazdı fakat gene de allah tarfından korunduğumu hissediyorum,çünkü çok mazlum olunca isyana da gidebliyorsun itaate de,fakat mazlum insanların kalbinin daha açık olduğunu görüyorum,o yüzden doğmuş olduğum herkesten çok çok farklı ortam için allaha şükrederim,şımarıkların hali gerçekten iyi değil