Ali Bulaç’ın bayanların çalışmasını da anlatan yazısını okuyunca şaşırmadım… Hatta doğruları anlatma adına bir vesile olarak görüyorum yazısını…. Yazarın bence en büyük hatası “dini öğreti” kelimesini kullanması…
Bu kelimeyi kullanmayıp, onun yerine “gelenekçi bakış açısı” ifadesini kullansaydı daha doğru olacaktı…
Ali Bulaç yazısında “Bence prensip olarak –dinî öğretinin tamamından ve beşeriyetin her bölgesinde ve din havzasında gözlenen örfünden anladığım kadarıyla- kadının birinci görevi annelik ve ev hanımlığıdır.” demiş…http://www.zaman.com.tr/basortulu-aday-yoksa-oy-da-yok/2040305.html
İslamiyette kadın için ayrı bir iş, erkek için ayrı bir iş tanımı yoktur… Necm suresi 39. Ayette “İnsan için ancak çalıştığı vardır” buyurur Rabbim…
İnsanlara hitap eder yaradan… Kadın, erkek ayırmadan…
Aslında bu konunun en güzel örneği, Hz Aişe validemiz… Erkeklerin bakış açısına göre belki de kadının en yer almaması gereken yer, savaş meydanıdır…
Ancak İslami kaynaklardan Cemel vakasını okuduğumuzda, Hz Aişe validemizin savaşın komutanı rolünde olduğunu öğreniriz…
Ashabı kiramdan hiç birisi, Hz Aişe validemize evinde oturması gerektiğini söylememiş, komutanlığına karşı çıkmamıştır…
Kadınların, evde oturup çocuk büyütmesini onlara tek ideal belirleyen düşünce tarzı yüzünden, senelerce kız çocukları okula bile gönderilmedi bu ülkede…
Japonya’da üniversitelerin en yüksek puanlı bölümünün, ilkokul öğretmenliği olduğunu duyduğumda çok şaşırmıştım… Sonradan anladım… Çocuğun temel eğitimi iyi verildiğinde, gerisi daha kolay oluyor… Bütün prensipler çocuk yaşta kazandırılıyor çünkü…
Bu yönden ele aldığımızda, çocuğun karakter yapısını ilk şekillendiren kişi, annesi oluyor.. Anne ne kadar donanımlı olursa, çocukta o kadar donanımlı oluyor…
Geçmişte ne yazık ki bayanlara, din alet edilerek, en doğrusu evde oturmak diye öğretildi…
Onlarda yetiştirdikleri erkek çocuklarına “evde hiçbir iş yapmaması gerektiğini”, kızlarına da “evin bütün işlerini yapması gerektiğini” öğrettiler…
İş öyle bir noktaya vardı ki, küçükken mutfağa gelip, “anne su verir misin” diyen erkek çocuk, yaşı büyüdükçe bu sefer oturduğu yerden saygısızca “anne su versene” ya da kız kardeşine “su getirsene bana” demeye başladı…
Kız kardeş bu duruma karşı gelip, “niye sana su getiriyorum, kalk kendin al” dediğinde ise erkek çocuktan önce, anne, kız çocuğunun karşına dikildi… “sen kızsın, tabiî ki sen götüreceksin”…
Bu düşünce sebebiyle senelerce “evin hanımları”, “evin kralını” yetişdirdi… Peygamber efendimiz as ın ayağını hiçbir zaman hanımlarına yıkatmamıştır… Ama bizim toplumuzda bu bir aralar modaydı hatırlarsınız… Bey işten eve gelir, hemen önüne leğen getirilir, ayağı hanımı tarafından yıkanır… Oysa erkek, namaz kılıyor olsa zaten ayağını abdest için kendi yıkayacak…
Kadınların sadece ev işinde çalışmasına inanan erkekler için, tarlaların ve pazarların ayrıcalığı vardır…
Bayan tarlada çalışabilir, pazar da sebze meyve satabilir… Dinen! bunun sakıncası yoktur…
Ama dinen! iş yerinde çalışamaz… Oysa tarla da çalışmak, şartlar düşünüldüğünde bir iş yerinde çalışmaktan daha az yorucu değildir … Hatta tarlada doğum yapan, çocuk düşüren bir sürü kadın vardır… Peki tarlaya izin var da, iş hayatında neden izin yok?
Çünkü bayan, tarlaya gittiği kıyafetle iş yerine gidemez…
Mecbur iyi giyimli gidecek… Bu da erkeklerin işine gelmiyor… Hanımı kaptırma korkusu var… Peki aynı korku, kadın için geçerli değil mi?
Erkek de işe giderken iyi giyimli gidiyor… Ha olsun, gelenekçi bakış açısına göre erkek aldatırsa elinin kiridir… Kadın, bu durumu önemse-me-melidir… Zaten, aldatmayan erkek de yoktur!
Kur’an ı Kerim, bayanın ve erkeğin evin dışında nasıl hareket etmesi gerektiğini anlatmıştır…
Bayanlara evden dışarı çıkma de-me-miştir… Demiştir ki;
“Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına söyle, bedenlerini örtecek elbiselerini giysinler. Bu, onların tanınıp incitilmemelerine de daha uygundur. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.” Ahzab 59
Irzları koruma noktasında hem erkek hem de kadına hitap edilmiştir…
Mü’min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu davranış onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki, Allah onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır.
Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. (Yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstesna, zînet (yer)lerini göstermesinler. Başörtülerini ta yakalarının üzerine kadar salsınlar. Zinetlerini, kocalarından, yahut babalarından, yahut kocalarının babalarından, yahut oğullarından, yahut üvey oğullarından, yahut erkek kardeşlerinden, yahut erkek kardeşlerinin oğullarından, yahut kız kardeşlerinin oğullarından, yahut müslüman kadınlardan, yahut sahip oldukları kölelerden, yahut erkekliği kalmamış hizmetçilerden, yahut da henüz kadınların mahrem yerlerine vakıf olmayan erkek çocuklardan başkalarına göstermesinler. Gizledikleri zinetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey mü’minler, hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz! Nur suresi; 30,31
Hz Hatice validemiz, ticaretle uğraşıyordu… Peygamber efendimiz as, peygamberlik kendisine geldikten sonra Hz Hatice validemize “artık ticareti bırak” demedi…
Peygamberimizin hanımlarından Zeynep validemiz deri işleyip, satıyordu… Evlendikten sonra da peygamber efendimiz çalışmasına izin verdi… “Çalışma” demedi…
Peygamber efendimizin demediğini, bugünün Müslüman erkekleri neden söylüyorlar?
Kur’an da Neml suresinde Saba melikesini anlatıyor Rabbim… Bir ülkenin hükümdarı ve kadın…
Evet günümüz çalışma sistemi, çocuğu olan bir bayanın aile yaşamını olumsuz etkiliyor… Çünkü kral gibi yetiştirilen erkek, eve geldiğinde hem çocukla ilgilenmiyor, hem de ev işlerinde eşine yardım etmiyor…
Kadın nasıl dayansın… Belli ki sinirler bozulup, kavga çıkacak…
O zaman yapılması gereken nedir?
Bu durumda erkek müslümanlar diyor ki “Erkekleri, geleneklerimizi, günümüz ekonomi sistemini değiştiremiyoruz… Onun için bayanlar evinizde oturun, çocuk doğrun, ev işleriyle meşgul olun… Aksi takdirde evinizde kavga çok olur, dayak da yiyebilirsiniz…”
Nasıl yani?
Müslüman erkek yazarlara sesleniyorum… Lütfen, sistemin, ekonomik düzenin, bayanların çocuklarına ve kendilerine zaman ayırabileceği şekilde düzenlemesi için çalışsınlar…
Bu konu da iş verenleri uyarıcı, iş yerlerinde bayanlar için sağlıklı şartların sağlanmasına yönelik (iş yerinde kreş, hamilelik doğum izni, erken saatte çıkma vb) yazılar yazsınlar…
Sistemi değiştirmek yerine, dini alet edip bayanları sadece tarla veya eve mahkum etmesinler…
Ayrıca hayat müşterek, eşler arası saygı, merhamet, empati esas…
Erkeklerin evlilikle ilgili zihniyeti değişirse, eşine hem ev işlerinde hem de çocuk bakımında yardımcı olursa zaten kavga olmaz…
Yoksa, kadın çalışmasa da evde hırgür çıkar…
İslamiyet kadına kolaylıklar tanımıştır… Örneğin, kadının, çalışmıyr olsa bile çocuğunu sütanneye emzirtme hakkı vardır…
“-Emzirmeyi tamamlamak isteyenler için- anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Onların (annelerin) yiyeceği, giyeceği, örfe uygun olarak babaya aittir. Hiçbir kimseye gücünün üstünde bir yük ve sorumluluk teklif edilmez. -Hiçbir anne ve hiçbir baba çocuğu sebebiyle zarara uğratılmasın- (Baba ölmüşse) mirasçı da aynı şeyle sorumludur. Eğer (anne ve baba) kendi aralarında danışıp anlaşarak (iki yıl dolmadan) çocuğu sütten kesmek isterlerse, onlara günah yoktur. Eğer çocuklarınızı (bir sütanneye) emzirtmek isterseniz, örfe uygun olarak vereceğiniz ücreti güzelce ödediğiniz takdirde size bir günah yoktur. Allah’a karşı gelmekten sakının ve bilin ki, Allah, yapmakta olduklarınızı hakkıyla görendir. “ Bakara 233
Şimdi bir bayan, çocuğunu emzirme görevini sütanneye verse, gelenekçi toplumumuz nasıl da yargılar… Oysa izni veren Allah… Yargılamak ne haddimize…
Ayrıca bayanlara evlenirken verilen “mehir” konusu da önemli… Erkek, verdiği mehire karışamıyor… Kadının, bu mehiri istediği gibi harcama hakkı var… Peki kadın, eğitimli olmasa, ticaretten anlamasa kendisine verilen mehirini nasıl değerlendirecek?
Bayanlara sadece ev hanımlığını reva görenlerin bakış açısı ne kadar hatalıysa, ev hanımlarını hiçbir şey yapmıyormuş gibi tembellikle suçlamakta bir o kadar yanlış…
Sistem, yani gelenek kültürü yanlış kurulunca ve din de buna alet edilince nasıl yanlışlar çıkıyor ortaya görüyor musunuz…
Biran önce önyargılarımızdan kurtulsak ve dinin gerçeklerini öğrensek keşke…
O zaman çok daha huzurlu bireyler olacağız inşallah…
İyi güzel bir yazı da, nedense Nisa 34 ayetinden bir alıntı bulamadım. Nedenini merak ettim… Belki unutmuşsunuzdur diye, izninizle ayeti ben koyayım:
Erkekler, kadınlardan üstündür, çünkü Allah onları birçok şeylerde kadınlardan üstün etmiştir, çünkü onlar, kadınları, mallarıyla geçindirirler, doyururlar; iyi kadınlar da itaatli olurlar ve Allah, onların hakkını nasıl korumuşsa onlar da, kocaları yanlarında olmasa bile, iffetlerini korurlar. Kadınlarınızın serkeşliğinden korkunca onlara öğüt verin, onları yatakta yalnız bırakın, dövün onları. Fakat itaat ettikleri takdirde de aleyhlerine bir sebep araştırmayın, şüphe yok ki Allah çok yüce ve büyüktür. (Abdulbaki Gölpınarlı Nisa 34)
Öncelikle;
1.”Erkekler, kadınlardan üstündür” diye bir ifade Kur’an da yoktur…
“Allah’ın, bazısını bazısına üstün kılması ve onların kendi mallarından harcaması nedeniyle erkekler, kadınlar üzerinde ‘sorumlu gözeticidir.’
“Allah’ın sizi, birbirinizden üstün kıldığı şeyleri (başkasında olup da sizde olmayanı) hasretle arzu etmeyin. Erkeklerin de kazandıklarından nasipleri var, kadınların da kazandıklarından nasipleri var. Allah’tan lütfunu isteyin; şüphesiz Allah her şeyi bilmektedir” nisa 32Sizin savunduğunuz gibi, cinsiyet üstünlüğü değildir anlatılan…
2. “iyi kadınlar da itaatli olurlar ”
Ayette kadınlar, “erkeklere” karşı itaatkardırlar gibi bir anlam yoktur… Ayet “İyi kadınlar, Allah’a gönülden itaat eden ve Allah’ın kendilerini koruduğu gibi kendileri de gizliyi koruyanlardır. ”
Kısaca, Allah a karşı itaatten bahsediliyor…
3. “dövün onları”
siz, ayette geçen “darabe” kelimesinin arapça hangi anlamlara geldiğini, Kur’an da bu kelimenin hangi anlamlarda kullanıldığını biliyor musunuz? Hayır… size yardımcı olayım…
“Darabe veya darb kelimesinin anlam dünyasıyla ilgili olarak kaynaklarda
şu bilgiler yer almaktadır: Darabe veya darb kelimesi, “rızkın hayırlısını
aramak, yolculuğa çıkmak, yerine getirmek, hızlı yürümek, rızık
temini için seyahat etmek, yüz çevirmek, bir yönden başka bir yöne
döndürmek, yerine getirmek, engel olmak, mahrum etmek, kazanmak,
istemek, yüzmek; yaratılıştaki şekil, herhangi bir şeyin bir türü, çeşidi,
bölümü, benzeri, her şeyin uzun olanı, sık ağaçlı vadi, katı beyaz bal,
çise, zayıf cüsseli kişi”128 anlamlarına geldiği gibi “tutmak, hacr altında
kalmak, terk etmek, zaman geçmek, yürümek, karıştırmak, dikmek,
dokumak için ip eğirmek, para basmak, mühür kazımak, müddet belirlemek,
hisse ayırmak, vergi koymak, alçaltmak, bozguna uğratmak, ayırmak,
meyletmek, alıştırmak, tekrarlamak, vurmak, çarpmak, atmak,
ateşe vermek, buğdayı başağından ayırmak, bombardıman etmek, müzik
aleti çalmak, müzik yapmak, yazmak, akrebin sokması, incitip harekete
geçirmek, ayırmak, ayrılmak, zorla kabul ettirmek, kovmak, defetmek,
bırakmak, terketmek, vazgeçmek, iptal etmek, kaçınmak, hareket etmek,
hareket ettirmek ve sefere çıkmak” gibi anlamlara da gelmektedir. Ayrıca
darabe kelimesinin “namaz”la kullanılınca “kılmak”; “çadır”la kullanılınca
“dikmek”; “gece” ile kullanılınca “uzamak”; “soğuk” ve “rüzgar” ile
kullanılınca “isabet etmek, zarar vermek”; “yol” ile kullanılınca “yol açmak”
anlamları da vardır.129 İbn Fâris ve Ezherî’nin ifadelerine göre bu
kelimenin adrabe kalıbındaki anlamlarından biri de “evde ikamet etmek”
şeklindedir.130 İbnu’l-Kûtiyye, darabe fiiline “zorlamak ve zayıflatmak”
manası vermiştir.131 Ayrıca bu kelimenin “düşkün bırakmak ve elem
vermek” manaları da kaynaklarda yer almaktadır.132
Lügat anlamları bunca çeşitlilik arz eden darabe kelimesinin
Kur’ân’daki kullanımları da bu anlamların bir bölümünü içerecek şekildedir
ve oldukça fazladır. “Örnek vermek”, “isnad etmek”, “itelendirmek”, “perde koymak”, “vazgeçmek”, “salmak, sarkıtmak”,
“(yol) açmak, (yol) tutmak”, “örtmek, (duvar) çekmek”,“layık olmak,
çarptırılmak, düşkünleştirmek”, “çarpmak, sert vurmak”, “ölüm
esnasında kafirlere eziyet etmek”, “vurmak, dokunmak”,“vurup
kırmak” ve “yolculuğa çıkmak”. http://dergi.ilahiyat.omu.edu.tr/Makaleler/242470133_20072305064.pdf
Peygamber efendimiz as, hiç bir hanımını dövmemiş olmasına rağmen, neden darabe kelimesinin özellikle “dövün” anlamının kullanıldığını araştırırsanız, kafanızdaki olumsuz algının cevabını da bulursunuz…
ayrıca;
“Nisâ 34. âyette sözü edilen serkeşlik/karşı gelmek fiili bir suç değildir
ki karşılığında ceza uygulansın. İslam’da suç sabit olmadan ceza
uygulanamaz.
Eğer uygulanırsa bu zulüm olur; Kur’ân ise zulmü onaylamak
için değil, kaldırmak için gelmiştir.
Eğer “Kur’ân’da serkeşlik yapan kadına dayak vurulur” anlamına
gelebilecek bir söz söylenirse bu defa dayak atmanın gerekçelerini kimlerin
nasıl tespit edebileceğinin de belirlenmesi gerecektir. Kimine göre bir
hareket dayağı gerektirmezken kimine göre gerektirebilir. Böylece aileler
tımarhaneye döner. “http://dergi.ilahiyat.omu.edu.tr/Makaleler/242470133_20072305064.pdf
Bu konuda ki detayları buradan “http://dergi.ilahiyat.omu.edu.tr/Makaleler/242470133_20072305064.pdf” okursanız, nasıl bir yanılgı içinde olduğunuzu anlarsınız…
Ayrıca;
“Şiddetli geçimsizlik yaşadığınız eşlerinizle önce oturup konuşun, olmazsa yataklarında yalnız bırakın, yine olmazsa bir müddet ayrılın. Barışıp anlaşırsa hala işi yokuşa sürüp bahaneler aramayın. Yücelik ve büyüklük Allah’a mahsustur; bundan hiç şüpheniz olmasın. Eğer eşlerin arasının iyice açılıp işin boşanmaya doğru gittiğini görürseniz tarafların ailelerinden birer hakem çağırın. Niyetleri gerçekten barışmaksa Allah niyetlerini boşa çıkarmaz. Allah her şeyi biliyor, her şeyi duyuyor; bundan hiç şüpheniz olmasın…” (Nisa; 4/-34-35).
Böyle yapmak yerine, kelimenin içeriğinde zaten varolan “bir müddet ayrılma, ayrı kalma” (boşanma değil, henüz boşanma yok) manası verilmeye neden yanaşılmıyor? Üstelik dövmenin hiç de hayırlı bir şey olmadığını söyleyen yığınla rivayet ve görüş varken… Bizzat Hz. Peygamberin kendisi “bir müddet ayrılma” olarak uygulamışken… Hiçbir zaman hanımlarına tek bir “fiske” bile vurmamışken…
Şu halde tıpkı evlenme, içki, zina ayetlerinin aşama aşama ve belirlenmiş bir hedefe doğru gitmesi gibi, şiddetli geçimsizlik yaşayan ailelerin nasıl tekrar anlaşacağını düzenleyen bu ayet de, “kadınlarını döven” her hangi bir toplumu aşama aşama dövmeden vazgeçirip önce konuşarak, anlaşarak, ikinci olarak olmazsa (ev içinde) yatakları/odaları ayırarak, üçüncü olarak o da olmazsa bir müddet (evden) ayrı kalarak, dördüncü olarak, oda olmazsa aile büyüklerinden hakemler devreye sokarak, beşince olarak nihayet boşanmayı da bir yol olarak göstererek, onu da iki ile sınırlandırıp üçüncü bir geri dönme hakkı da vererek harika bir yol yordam gösteriyor.” İhsan Eliaçık… http://www.ihsaneliacik.com/2011/10/kadini-dovmenin-dinde-yeri-var-mi-yeni.html
Merve hanım Allah (c.c) sizden razı olsun. Aklımdaki o kadar soruya cevap verdiniz ki. Şu mübarek Ramazan ayında sabah 5 ten beri internette ilk önce nebe suresi 33. Ayeti araştırırken sizin yazınızı buldum ve cevabını bulduğumu farkettim. Sonra diğer yazılarınızı okumaya başladım. Burda da arkadaşın sorduğu soru benimde kafama takılmıştı. O kadar güzel açıklamışsınız ki elleriniz dert görmesin. Allah yar ve yardımcınız olsun. Sevginin ışığı inşallah sönmemiştir o da benim gibi aydınlanmıştır:) sanırım sorun bizim din işini sadece hocalara bırakmamız ve sanki onların göreviymiş gibi Kuran’ı açıklamalarını beklememiz ve her dediklerine inanmamızdan kaynaklanıyor. Allah ayetlerde bize düşünmemizi emretmesine rağmen düşünme işini hocalara bırakmışız.