Ateist ve deistlerin bu konu hakkındaki soruları şu şekilde.
Peygamber nasıl oluyor da evlatlığının boşandığı eşi ile evlenebiliyor?
Oysa bu soru yanlış.
Asıl sormaları gereken soru şu
İslam’ın verdiği bu hüküm doğru mudur?
Kur’an-ı Kerim’in Allah’tan geldiğine iman ediyoruz; çünkü Kur’an-ı Kerim’de ki her hükmün,
– İnsanın kişilik haklarını en doğru şekilde tanımlayarak sınırlarını çizdiğine
– İnsanı en doğru şekilde tanımlayarak haklarını koruduğuna
– İnsanı en doğru şekilde tanımlayarak evrensel bir hukuk sistemi oluşturduğuna bundan dolayı İslam’ın en adil sistem olduğuna iman ediyoruz.
Özellikle her konuda kendi akıllarına övgüler yağdıran , “akla uygun olmayan her şeyi reddettiklerini söyleyen” ve “isteyen istediği gibi yaşasın” fikrini savunan ateist ve deistlerin,
Söz konusu İslam’ın “evlatlığa” bakış açısı olduğunda, bu konuyu sadece “Peygamber Efendimizin evliliği üzerinden” delillendirmesi ise acziyettir.
Eğer İslam’ın, “evlatlık” alınan kişinin “haklarını” doğru tanımlamadığını “delilleri” ile önümüze koysalardı, işte o zaman bu bizim için “akla uygun bir iddia” olurdu.
Ama onlar “ hükümlerin akla uygunluğunu araştırmak yerine, “yetiştikleri gelenek, örf-adet yapısı içinde” doğruları bulmaya çalışıyor ve bize delil olarak toplumun geleneklerini sunuyorlar.
Bize bu delili sunanlara,
“Kan davasını” konusunu sorduğumuzda ise bu sefer “böyle örf-adet mi olur” demeleri ise kendi çelişkilerini gösteriyor.
Sadece kan davası da değil, mesela “Sevdiği kişiyle evlenmesine izin verilmedi diye sevdiğine kaçan kişinin öldürülmesi” konusunu sorduğumuzda , “Herkes istediği ile evlensin böyle örf mü olur” derler ve bu olayın “namus kavramıyla” açıklanmasına kızarlar.
Ama yine aynı kişiler söz konusu efendimiz olunca, onun evliliğini “namus kavramıyla” yorumlaya çalışırlar.
Onların yapmadığınız biz yapalım.
Ve Allah’ın bu konudaki hükmünün, neden akla en uygun hüküm olduğunu“delilleri” ile açıklayalım.
Kur’an-ı Kerim, insana hep “aklını” kullanmasını emreder.
Birçok ayette “Biz atalarımızdan ne gördüysek ona uyarız” diyenlerin yanlışlığını anlatır ve muhatabına, “yetiştiğin toplumun İslam’a ters olan örf, adet ve geleneklerine uyma” uyarısında bulunur…
Bu konunun anlaşılması için cevaplandırılması gereken başlıklar var.
1. Evlatlığın tanımı
Kur’an- Kerim açısından, evlatlık, kişinin “öz evladı” değildir.
Gelenekçi bakış açısı için ise, evlatlık, kişinin “öz evladı gibidir”.
Bu noktada şunu sormamız gerekir.
Evlatlık edinilen kişinin “haklarını” korumak açısından en doğru bakış açısı hangisidir?
Gelenekçilerin evlatlıkları öz evlat kabul etmesi mi?
Kur’an-ı Kerim’in, evlatlıkları öz evlat kabul etmemesi mi?
- “İnsanlara zerrece zulmedilmez” diyen bir kitabın, zulme izin vermesi elbette ki düşünülemez.
Kur’an-ı Kerim, evlatlığı “Kendi ayakları üzerinde durana kadar korunması ve gözetilmesi gereken, bu yapılırken de onun kişilik haklarına riayet edilmesi gereken bağımsız bir birey “ olarak tanımlar.
“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.
Yetimlere mallarını verin, temizi pis olanla değişmeyin, onların mallarını kendi mallarınıza katarak (kendi malınızmış gibi) yemeyin; çünkü bu, büyük bir günahtır. “ Nisa suresi;1,2
Bir örnek üzerinden ilerleyelim.
Baba ölüyor, aileden biri yetiştiriyor çocuğu. Çocuğun kendi ailesinden kalan büyük bir serveti var.
İslam’a göre bu çocuğa bakan aile “Senelerce sana baktık, bu sebeple senin sahip olduğun mallar bizimdir” diyemez.
Çocuk mallarını kendi idare edebilecek yaşa geldiğinde , “şahitler eşliğinde” malları kendisine verilir.
Toplum kendi çocuğu gibi düşünüp, yetimlerin mallarına el uzatmasın diye nisa suresinin 2. ayeti inmiştir.
Nisa suresinin 1. Ayetinde ise, “akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının” emri vardır. Bundan dolayı;
Yetim,
Yetiştirildiği ailenin mirasından pay alamaz.
Allah’ın her mümin için belirlediği sınırlar içerisinde istediği kişi ile evlenebilir.
Özgür bir bireydir.
Allah, evlatlıkların her türlü bakımının, yetiştirilmesinin üstlenilmesini emretmiş fakat onun ( gerçek akrabaları ile bağını kopartacak, onu gerçek kimliğinden uzaklaştıracak adımlar olan ) ;
– Kan bağına
– Malına
– Kişisel haklarına karışılmasını yasaklamıştır.
Evlatlıklar, “görüp, gözetilmesi gereken kimsedir” ve kişinin din kardeşi gibidir.
“Allah, hiçbir adamın içine iki kalp koymamıştır. Kendilerine zıhâr yaptığınız eşlerinizi de anneleriniz yapmamıştır. Yine evlatlıklarınızı da öz çocuklarınız (gibi) kılmamıştır. Bu, sizin ağızlarınızla söylediğiniz (fakat gerçekliği olmayan) sözünüzdür. Allah ise gerçeği söyler ve doğru yola iletir.”
“Onları (evlat edindiklerinizi) babalarına nisbet ederek çağırın. Allah yanında en doğrusu budur. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, bu takdirde onları din kardeşleriniz ve görüp gözettiğiniz kimseler olarak kabul edin. Yanılarak yaptıklarınızda size vebal yok; fakat kalplerinizin bile bile yöneldiğinde günah vardır. Allah bağışlayandır, esirgeyendir. Ahzab suresi, 5. ayet.
- Gelenekçi bakış ise evlatlık edinilen kişiyi öz evlat kabul eder.
Genellikle evlatlık edinen aile, çocukları olmadığından bu duyguyu yaşamak için evlat edinmişlerdir.
Bu sebeple aileler evlat edinirken çocuğun;
– Yaşının çok küçük olması
– İlerde öz ailesi tarafından geri istenilme şansı olmaması gibi özellikleri ararlar.
Çünkü çocuğun gerçeği öğrenmesini, öz ailesini aramasını, kendilerince “kurguladıkları” mutlu aile tablosunun bozulmasını istemezler.
Ve şu hep gözden kaçar.
Evlatlık edinilen çocuk bu durumdan haberdar değildir.
Oysa;
Bir çocuğun “öz annesi ve babası olmak” gerçekliktir.
Bir çocuğu yanında büyütüp, onun sizi “anne ve baba” sanmasını sağlayacak şartları oluşturmak ise “kurgudur”.
Çocuk özleminden dolayı, çocuğu böyle bir kurgunun içine hapsedenler, o çocuğun öz ailesinin onu geri almasına da izin vermezler.
Bu uğurda kendilerine hamile süsü verip, adreslerini değiştirenler, hem ailelerinden hem de çocuktan bu bilgiyi gizleyenler vardır.
Çocuk kendisini sevgiyle büyüteni “öz annesi ve babası” zaten sayıyorsa, neden çocuktan evlatlık olduğu bilgisi gizlenmeye çalışılıyor ?
Zaman zaman haberlere yansıyan örnekleri görmüşünüzdür.
Şöyle bir örnek hatırlıyorum. Çok varlıklı bir ailenin yasak ilişkiden doğan çocuğu evlatlık veriliyor. Bir süre sonra yaptığından pişman olan aile, çocuğu geri almak istediğinde ise, onu evlat edinen aile buna izin vermiyor. Çocuk kendinden saklanan bu gerçeği yıllar sonra bir sebeple öğrendiğinde ise, öz babasının vefat ettiğini ve hakkı olan birçok şeye geç kaldığını öğreniyor.
Psikologların da tespit ettiği şöyle bir gerçeklik var.
Belki de öz ailesinde bile göremeyeceği şartlarda, büyük özveri ve sevgi içinde yetiştirilmiş bir çocuk, evlatlık olduğu gerçeğini öğrendiği anda büyük bir travma yaşıyor.
Oysa gelenekçi bakış açısından bu konuyu düşündüğümüzde, evlatlık olduğunu öğrenen bir kişinin hayatının kabusa dönüşmemesi gerekirdi.
Onları öz ailesi gibi görmeye devam etmesi, hatta gerçeği öğrendiği anda, kendisini büyük bir sevgi ile büyüten bu aileyi daha da çok sevmesi gerekirdi.
Ama bunların hiçbiri olmuyor.
Gerçeği öğrenen kişi,
Yıllarca bir yalan ile içerisinde büyütüldüğünü düşünüp, “ aldatılmışlık” duygusu ile travma yaşıyor ve hayatı kabusa dönüşüyor.
2 Ailenin evlat edinme amacı
- Çocuk hasreti yüzünden evlat edinmek ile;
- Bir çocuğun daha iyi şartlarda yaşamasını sağlamak için evlat edinmek arasında fark vardır.
Eğer amaç “çocuğun daha iyi şartlarda yetişmesini sağlayabilmek ” ise çocuğu bir kurgunun içinde yetiştirme ve onu kendi “kimliğinden” uzaklaştırma gereği oluşmaz.
Çünkü çocuğu evlat edinen aile, onu, gerçek ailesi olmadıkları bilinci ile yetiştirmektedirler.
Bu bilinçteki bir aile için, çocuğun gelecekte anne ve babasını araması ya da ailesinin bir gün karşılarına çıkıp çocuğu onlardan geri istemeleri bir travma sebebi değil, mutluluk sebebidir.
Çocuk zaten evlatlık olduğu bilinci ile büyümüştür. Kendinden gizlenen hiçbir şey olmadığı için, aldatılmışlık hissini hiç yaşamayacaktır ve hayatı kabusa dönüşmeyecektir.
Kendisine destek olan bir ailenin varlığı ile ayakları yere sağlam basan, özü ile bağı kopmamış özgür bir birey olacaktır.
Bir insanın özü ile bağı önemlidir.
( Bu konuya örnek olarak yakın zamanda haberlere yansıyan iki örneği hatırlayabiliriz.
Birincisi, evlatlık edinilen kişi böbrek yetmezliği rahatsızlığına yakalanıyor. Kendisine yıllar sonra evlatlık olduğu söyleniyor ve tedavisi için gerçek ailesi aranıyor. Araştırmalar sonucunda babası bulunuyor ve çocuğuna böbreğini veriyor. Çocuk da sağlığına kavuşuyor.
Bir diğeri ise yetiştirme yurtlarında buyuyen bir kişi ile ilgiliydi. Bu kişi yıllar sonra ailesini aramaya başlıyor. Yaptığı araştırmalar ile annesinin çok çileli bir hayat yaşadığını, devletin yardımları ile çok zor şartlarda tek başına yaşadığını öğreniyor. Annesini buluyor ve onu yanına alarak hep birlikte yaşamaya başlıyorlar. Hem evladın anne özlemi bitiyor, hem de anne yaşadığı çileli ve yalnız hayattan kurtulup evladına ve torunlarına kavuşuyor. )
Şimdi bu gerçeklik ile düşünelim.
Amacınız “evlatlık alınan kişinin hakları ve mutluluğu” olsaydı, siz neyi seçerdiniz?
Çocuğu bir kurgu içinde büyüten gelenekçi bakış açısını mı?
Çocuğun korunmasını amaçlayan İslam’ın bakış açısını mı?
Adaletli olan ve konuyu gerçekçi ele alan bakış açısı hangisi?
Efendimiz kendi evlatları olduğu halde, “daha iyi şartlarda yetişmesini istediği” için Zeyd’ i evlat edinmişti.
Zeyd, evlat edinildiğinde bebek değildi. Öz anne ve babasını biliyordu, hatta kendi ailesi ile görüşüyordu.
O dönemde evlatlıklar, gelenekçilerin bakış açısında olduğu gibi “öz oğul” olarak kabul ediliyordu.
Oysa, Zeyd’in bir “kimliği” vardı. Babası, annesi, kardeşleri, akrabaları, ataları, kökleri, ait olduğu ırkı, dili, kültürü vb. kısacası bir geçmişi vardı.
İşin ilginç tarafı ise, Zeyd ‘ in evlatlık olduğunun o toplumdaki herkes tarafından biliniyor olması.
Toplum buna rağmen ne yapıyor.
“Zeyd, Hz. Muhammed’in öz çocuğu değil” diyeni, yani doğru bilgiyi savunanı “ahlaksız” olarak tanımlarken;
“Zeyd, Hz Muhammed’in evladıdır” diyeni, yanlış bilgiyi savunanı ise “ahlaklı” olarak tanımlıyor.
Bu şuna benziyor.
2+2= 3 sonucunu doğru kabul eden birine, doğru cevap “4” diyorsunuz. Ama o, cevabı kendi doğrusu üzerinden değerlendirdiği için sizi “yanlış” olmakla suçluyor.
Gerçeğin yerini, kurgu alıyor.
Aklı devre dışı bırakarak “evlatlığı” o kişinin “öz evladı” olarak kabul ettiğimizde, o çocuğun ait olduğu bütün “kimliği” de yok sayarız.
Böyle bir görüşü savunmak; hem evlatlık edinilen çocuğa, hem de o kişinin öz ailesine yapılan haksızlık ve zulümdür.
“Hakkı batılla karıştırıp da bile bile hakkı gizlemeyin.”Bakara 42
3. Ahzab suresi 37. ayetinde geçen “içinde saklıyordun” ifadesinin “aşk” iması olduğu iddiası.
“(Allah’ın nimet verdiği ve senin de nimetlendirdiğin kimseye: ‘Eşini bırakma, Allah’tan sakın’ diyor, Allah’ın açığa vuracağı şeyi içinde saklıyordun. İnsanlardan çekiniyordun; oysa Allah’tan çekinmen daha uygundu. Sonunda Zeyd eşiyle ilgisini kestiğinde onu seninle evlendirdik ki evlatlıkları eşleriyle ilgilerini kestiklerinde onlarla evlenmek konusunda müminlere bir sorumluluk olmadığı bilinsin. Allah’ın buyruğu yerine gelecektir.” Ahzab suresi;37
Ateist ve deistler, ayette geçen “içinde saklı tuttuğu” ifadesinden efendimizin Zeynep’e aşık olduğu sonucunu çıkartmışlardır.
Onların kurgusu şu şekilde.
Güya efendimiz Zeynep validemize aşık oluyor ve toplum böyle bir evliliğe sıcak bakmadığı içinde kendi eliyle ayet yazarak bunu sağlamaya çalışıyor.
Oysa bu ayete göre böyle bir kurgu mümkün değil.
Şöyle ki…
Eğer dedikleri gibi olsaydı ayetin şöyle olması gerekirdi.
“Benim emrimdir, Zeynep ile evlen…”
Peygamber bu kitabı kendi yazıyor olsa, Toplumda tabu haline dönüşmüş bir konuyu, direkt olarak “Allah’ın emri bu, ben ne yapabilirim ki” diye topluma kolayca izah etme yolu varken,
Neden kendisini daha zor duruma sokacak “içinde saklamak” gibi bir ifadeyi ayette yazsın?
Toplum baskısından korkan kişi,
Kendisini toplum içinde daha zor duruma düşürecek bir durumun içine sokar mı kendini?
Ayette “içinde saklamak” gibi bir ifade ol-ma-saydı, ateistler böyle bir kurgu yapabilirler miydi? Hayır…
Mesela şöyle bir örnek düşünün.
Bir şirket ile problem yaşıyorsunuz diyelim… Müşteri temsilcisine probleminizi anlatıyorsunuz… Verilen cevap genelde şu. “şirketimizin kuralları böyle”
Size bu cevabı veren kişinin söylediği şu.
Kurallar böyle ve bunu belirleyen ben değilim. Bu kadar net.
Ama ayet nasıl?
Örneğimize uyarlarsak eğer…
“Böyle bir kural koymamızın, İnsanların duyunca hoşuna gitmeyeceğini düşündüğümüz, kamuoyu tarafından duyulmasını istemediğimiz, bu sebeple de içimizde saklı tuttuğumuz bir sebebi var. Onun için kural bu.”
Hiç kimse kendi yazdığı bir kitaba, kendini daha da zor duruma sokacak böyle bir ifadeyi yerleştirmez.
Ayrıca;
– İçinde saklı olan şeyin “aşk” olduğuna dair ayette bir ima bile yoktur.Uydurma rivayetlerle bir kurgu ortaya atılıp ayetteki ifadeye “aşk” anlamı verilmeye çalışılmıştır.
– İçinde saklı tuttuğu şeyi insanlardan saklı tutmaya çalıştığı hâlbuki Allah’tan çekinmesi gerektiği ayette vurgulanmıştır.
İçinde saklı tuttuğu aşksa, Allah’tan çekinmesi neden emredilmiştir?
– İnsanlardan aşık olduğunu saklamak için çekinmişse, kurguda neden Zeynep’i görünce öyle bir cümle kullanmıştır ki aşık olduğu o cümleyle ortaya çıkmış, Zeyd Zeynep’i bu sebeple boşamaya kalkmıştır. Saklamak bunun neresinde.
Sonuç;
“ Toplumların bir takım konularda aynı fikirde olmaları onların bu tercihlerinin, bütün insanlık adına kaliteli, ahlaklı, doğru olduğu anlamına gelmemektedir.
Toplum zulüm üzerine birleşip, ilginç gelenekler ortaya çıkartıp, bunları ahlak açısından sorunsuz görebilmektedir.
Yada tam tersine bir takım özgürlükleri kısıtlayıp, sıkboğaz edip ahlaksızlık etiketi vurabilmektedir. (Örneğin kast sitemi. Farklı kastlar aynı sofrada otururlarsa, “kirlenmiş” olurlar. )
Bir toplumda ahlaklı kabul edilen bir gelenek, başka bir toplumda ahlaksız kabul edilebilmektedir. O zaman hangi toplumun geleneği seçilip de o doğru kabul edilecektir. Bunu seçmek için kriterimiz ne olacaktır?
Bir yapıda bir yanlış olduğunu öne süren kişinin bunu ispatlayabilmesi gerekir. Bu durumda iddia sahibinin Kuran da hatalı olduğunu öne sürdüğü ayetle ilgili olarak, ayette hata bulduğunu değil , “ben bu ayeti beğenmedim” dediğini söyleyebiliriz. Bu noktada kişi zaten serbesttir. Hiç kimse ayetleri zorla kabul etmek durumunda değildir. Beğenmek zorunda değildir, uygulamak zorunda değildir. Kişisel tercihidir.
Ama delili olmadan, “ben beğenmediğim için hatalıdır” demek kimseye bir şeyin hatalı olduğunu ispatlamaz.