- “Kur’an’ ın kökeni Sümerlerdir” diyenler aynı zamanda İslamın “Hint dinlerine” benzerliğine de dem vururlar.
Mesela “Budist namazı” diyerek buna benzer videoları yayınlıyorlar…
http://www.youtube.com/watch?v=wipq7vp-2Jg
Hindu namazı diyerek;
http://www.youtube.com/watch?v=rxBIPlYRojw
“Budist tavafı” diyerek de bunları paylaşıyorlar…
http://www.youtube.com/watch?v=WlrKLvE3tuU
Hint Mitolojilerinde de “tufan” var, derler…
Brahma ismi ile “Abraham (A-Braham; İbrahim) veya Rahman ( B-rahman) isimlerinin benzerliği gibi birçok bilgiyi paylaşıyorlar…
Oysa “İslam ile Hint dinleri arasında bağ kurmak ” kendi iddialarını çürütmek demek.
Çünkü İslam ile Hint dinleri arasında bağ olduğunu iddia ettiğinizde şunu da demeniz gerekmektedir.
“Brahmanizm’in kökeni Sümerlerdir.”
Peki, bunu diyebilir misiniz ?
Muazzez İlmiye Çığ gibi ilahi dinlerin Sümer mitolojilerinden oluştuğuna inanan Gönül Tekin, katıldığı bir tv programında konu Sümerlerde “ineğin “ kutsallaştırılmasına geldiğinde kendisine sorulan Brahmanizm ile ilgili soruya şu cevabı vermiştir. (bu linkte 48.40 -51.00 dakikalar arası.)
“Brahman dini de buradan mı (Sümerler) türüyor?
- Orasını bir Hindolog söylese daha iyi olur. “
Bütün dinlerin kökeni Sümerler ise, o zaman bu soruya hiç tereddüt etmeden “evet” denilmesi gerekirdi. Neden bir Hindologun söylemesine ihtiyaç duyuluyor?
Çünkü bu konuda iki sorun var?
a-Sümerlerin kökeni?
b-Hint “dinlerinin” kökeni?
a. Nasıl ki Urfa- Göbeklitepe’de çıkan sonuçlar karşımıza sanılanın aksine bir sonuç ortaya çıkardı ise, İndus vadisinde ortaya çıkan Mohenjo-daro ve Harrappa kalıntıları da Sind medeniyeti ile ilgili bilgilerin hiç de sandığımız gibi olmadığını ortaya çıkardı…
Öncelikle Gönül Tekin’in ısrarla birkaç yerde vurguladığı : “Zaten MÖ 1000 önce yazıları yok (örneğin dakika 50:00 ve 3:26:47)” dediği İndus vadisi uygarlığının MÖ. 2800 de yazıları vardı. ( Bakınız… indus’ta bulunan 5000 yıl öncesine ait kültür merkezi ve mezopotamya, Ebru Terzioğlu, arkeolog )
Bu bölgedeki tabletler, Sümer yazıtlarından öncesine tarihlendiriliyor… (bakınız. )
Zaten en eski kutsal kitap kabul edilen ve Hinduizm’in kökeni olan vedaların (ilki Rigveda) tarihi dahi MÖ 1300 lere dayanır. (Antik Hindistan belgeseli), dakika 10:00 -11:00 arası )
“Sind Medeniyeti takriben M.Ö. 3500 tarihine mal edilir. M. Barlas, İndus Kült Eşyaları, lisans tezi, 1940. ”
İndus vadisinde çıkan bulgular öyle şaşırtıcı oldu ki, bu sefer de şu soru gündeme geldi…
“ Sümerleri, Hintliler mi kurdu? ”
Şaşırtıcı değil mi?
Medeniyetin başlangıcı Sümerler sanılıyordu oysa…
Bu konuda Muazzez İlmiye Çığ’ın da hocası olan Ord. Prof. Dr. BENNO LANDSBERGER açıklamasına bakalım…
“Sümerlerin menşei (kökeni) meselesine gelince, Pencap ve İndus vadilerindeki eski kültür tanındıktan sonra bu mesele, yeni bir renk alır. Bu kültürün kapladığı saha Sümer kültürünün kapladığı sahadan on defa daha büyüktür.
Bu sahanın pek mütecanis olan kültürü, medenî müktesebat cihetinden hiç aşağı kalmadığı gibi meselâ şehirlerin yapısı bakımından ve diğer bazı noktalardan da Sümer kültüründen üstündür.
Belki Sümerlerin Meluhha ismini verdikleri ülke İndus topraklarıdır. Birbiri ile sıkı yakınlığı olan Fırat ve İndus kültürünün aynı menşeden mi geldikleri veyahut bu kültür mümessillerinin aynı menşeden mi oldukları, Sümerler ile Meluhhalılar arasında bir ırk yakınlığı olup olmadığı, Sümerlerin İndus vadisinden mi buralara geldiği suallerine, ilmin bugünkü durumu ile ne evet ne de hayır ile cevap verilebilir.
Bilhassa her iki yazı sisteminin tamamıyla başka başka oluşu, bir de ev yapısı, alet şekilleri ve plâstik, sanatın tamamıyla başka oluşları bu suale müspet bir cevap vermemize mânidir.
İndus vadisinin plastiği serbest şekil verme hususunda Yunan plastiğini hatırlatır. Hâlbuki bu vaziyet Sümerlerin kalıplaşmış nizam fikirleri altında meydana gelen plastikleriyle tamamıyla zıt bir hal gösterir.
Diğer taraftan ise İndus vadisinde Sümerlerin zengin fantezi mahsullerine, çeşitli şekiller bulma kabiliyetine rast gelinmiyor. Binaenaleyh, şayet Meluhha’hlarla Sümerler arasında ırk bakımından bir menşe birliği mevcutsa müstesna ve yaratıcı bir dehâya malik olan bu ırk ayrı ayrı yerlerde değişik inkişaflar göstermiş demektir. , MEZOPOTAMYA’DA MEDENİYETİN DOĞUŞU, çeviren Mebrure O. Tosun Sümeroloji İlmi Yardımcısı
Sonuç olarak; Sümerlerin kökenini bilemiyoruz…
b.
– “Sind buluntuları arasında bilhassa Mohencodaro’da çok sayıda hayvan figürleri mevcuttur (S.J.Marshal s.347). En yaygın olan hayvan figürü kısa boynuzlu boğa ve hörgüçlü Brahmi öküzüdür. Kısa boynuzlu boğaların boyunlarına bazen çelenk takıldığını görüyoruz (PL. 10. C. 23. Marshal).
Buradaki boğaların başları mühürler üzerindeki tasvirlere benzer şekilde iğiktir (Marshal, Nos.327-40). Hörgüçlü boğanın vatanının Hindistan mı yoksa Afrika mı olduğu hakkında şüphe edilmektedir. Mamafih eski zamanlardan beri, çeşitleri ile birlikte, Sind’de bulunmakta olduğu nazarı itibare alınarak, vatanın Afrika’dan ziyade Hindistan olduğuna hükmetmek lâzımdır.
Ward’a göre bu tip öküzler Mezapotamya’da M.Ö. 1000 yılına kadar görünmez . HİNDİSTAN’DA İNEK KÜLTÜ VE BU KÜLTÜN MENŞEÎ ÜZERİNE BÎR ARAŞTIRMA, KEMAL ÇAĞDAŞ, Hindoloji Asistanı
– “Harrapa ve mohenjo daro da bulunan heykellerden “bugünkü Hindistan’da mevcut Lingam (linga) kültüyle Vişnu, Şiva gibi bazı önemli ilâhlar ve yoga sisteminin bu dönemin mirası”* olduğu anlaşıldı.. Hinduizm, “İndus nehri etrafında oturanlar” anlamında Sind – hu kelimesinden Farsça yoluyla Batı’ya geçmiştir .*İslam ansiklopedisi…)
İndus medeniyetinin dininin kökeni Sümerlerdir diyemeyiz…
Birinci sonuç;
– İndus medeniyeti ile Sümer medeniyeti aynı dönemde yaşamışlardır…
– Yazı dilleri, şehircilik anlayışı , kültürel farklılıkları vardır…
İslamın; Sümer mitolojileri ile benzerliğini Sümer Medeniyeti ile açıkladınız diyelim, “Hint dinleri” ile benzerliğini Sümerlilerle izah edemezsiniz…
Bu durumda İslam ile Hint dinleri arasındaki benzerliği nasıl izah edeceksiniz ?
- İlginç olan önemli bir nokta var…
Sadece Mezopotamya ve İndus vadisi değil, dünyanın farklı kültür ve coğrafyalarında yaşayan milletlerin de mitolojilerinde ve inançlarında “benzerlikler” var…
İnsanoğlu; “Bu dünyaya nasıl geldim, neden buradayım, ne olacağım” sorularının cevaplarını geçmişte de aradı, bugün de arıyor…
Benzerliklerin olması “hepsinin kaynağının aynı” olduğunu, soruların ilahi kaynak tarafından geçmişte de peygamberler aracılığı ile insanlara açıklandığını gösterir…
Din hep var vardı…
Çünkü insanın yaratılma amacı “kulluk”…
“İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanıyor? ” Kıyame ;36
“Hiçbir ümmet yoktur ki, aralarında bir uyarıcı gelip geçmiş olmasın. ” Fatır 24
- Dünyanın tamamı kazılmış, geçmiş kavimlerin ne yaşadığı ile ilgili bütün arkeolojik bilgilere ulaşılmış değil…
Bu bilgiye sahip olunmadan sadece “bulunabilen” sonuçlar ile hareket etmek ve buradan hükümler çıkarmak buz dağını görünen kısımdan ibaret sanmaktır…
Buz dağında aşağıya doğru inen kişi, her kademe de şunu diyecektir : “Göründüğü gibi değilmiş…”
Ki biz her gün gazetelerde şöyle haberler okuyoruz…
“İnsanlık tarihini değiştiren keşif…”
“Tarih hiç de sandığımız gibi değilmiş“
“Bilim adamları şokta”…
“Arkeologlar şokta”…
“Machu Pichu kalıntılarını kim yaptı ?”
“Peru da yeni nazca çizgileri ortaya çıktı… Bunların neden ve nasıl yapıldığı izah edilemiyor… Uzaylılar mı yaptı” gibi…
Sümerlileri çözenler sadece Sümer medeniyetini anladıklarını iddia etselerdi problem yoktu… Oysa onlar Sümerler üzerinden “dinlerle” ilgili iki iddiada bulundular…
– İnsanlar yerleşik hayata geçtikten sonra “din” oluştu.
– Zamanla Sümer efsaneleri “din” oldu.
Bunları söyleyenler iki ayrıntıyı atladılar…
Birincisi;
Sümerler, yeryüzünde yaratılan ilk insanlar değillerdi… .
İkincisi
“Sümerler mitolojilerini kimlerden aldı ?” sorusu cevaplandırılmamıştı…
Ve Göbeklitepe ile yanıldıkları ortaya çıktı…
Oysa arkeolojik bulgulara dayanarak bu kadar iddialı konuşuluyorsa, hatta bunun üzerine cilt cilt kitaplar yazılıyorsa, daha sonra çıkan hiçbir bulgunun bu sonucu değiştirme-me-si gerekirdi…
“Günümüzde hiçbir bilim dalı, ilk insanın yaşadığı dönemden kalma bir belgeye sahip değil. Bu yüzden dinin kaynağı hakkında ileri sürülen fikirler faraziyeden öteye geçmemektedir (Mehmet Aydın, Dinler Tarihine Giriş, 33).
- Dinlerin oluşumu hakkında bir başka iddia da “İlk insanların çok tanrılı din anlayışı zaman içerisinde evrile evrile tek tanrı inancına dönüştü” iddiasıdır…
Konunun anlaşılması için “peygamberlerin ne ile mücadele ettiğinin” anlaşılması gerektiğine inanıyorum…
“Pettazzoni’ye göre monoteizm (tek tanrı inancı), evrim (evolution) sonucunda değil, devrim (revolution) sonucunda meydana gelmiştir.
Yahudi monoteizmi, eski Doğu politeist kültlerine karşı ortaya çıkmıştır. Hıristiyanlık, pagan Greko-Romen ve barbar Batı‟nın çeşitli dinleri ile mücadele etmiştir. İslam ise putperest Arapların geleneksel dinlerine sert bir tepki göstermiştir. Aynı şekilde Zerdüştlük de İranlıların geleneksel dinlerine karşı koymuştur. Sonuç itibariyle Pettazzoni, monoteizmi, politeizmin reddi olarak tanımlamakta”… Monoteizm ve yüce varlık konusunda Wilhelm Schmidt ile Raffaele Pettazzoni arasındaki tartışma, Ramazan Adıbelli
Ne oluyor da İbrahim, Musa, İsa, Muhammed isminde birileri çıkıyor ve çok tanrıya inanan insanlara “Allah’ın tek, ezeli ve ebedi, doğmamış ve doğrulmamış, ” olduğunu anlatıyor?
Niye?
Mesela Mısırlıların “apis öküzüne” taptığını biliyoruz… Bu “gerçek” bir bilgi…
Peki, Musa as ne diyor?
“Hani Mûsâ kavmine, ‚Allah size bir sığır kesmenizi emre-diyor‛ demişti. Onlar da, ‚Sen bizimle eğleniyor musun?‛ demişlerdi. Mûsâ, ‚Kendini bilmez cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım‛ demişti.” Bakara 67
Boğanın “hayvan” olarak tanımlanması ile, “tanrı” olarak tanımlanması aynı şey değildir… İkisi arasında müthiş bir bilinç farkı vardır…
Peygamber, boğanın bir hayvan olduğunu anlatabilmek ve onunla ilgili tabuları yıkabilmek için mücadele etti…
Bu mücadeleyi sıradan bir şeymiş gibi değerlendiremezsiniz…
“Kutsal metinlerdeki inançları anlamak için, o inançların kendileriyle mücadele ettiği mitosları bilmeye gerek vardır. Bu bilgilerin bilinmesi, aslında kutsal metinlerin de, onları getiren peygamberlerin de ne büyük mücadeleler verdiğini açık bir şekilde gösterecektir.” Dursun Ali Tökel. Milel ve Nihal dergi, cilt 6, sayı 1
- Mevcut arkeolojik bilgiler ile dinlerin kökenine ulaşamayız…
Ama bir yol var…
“İnsanın fıtratındaki deliller”…
“Bilimi, sanatı, felsefesi olmayan insan toplumları geçmişte vardı ve bugün de vardır. Ama hiçbir zaman dinsiz bir toplum var olmamıştır “…(Bergson, Henri)
Bundan dolayı da dinlerin oluşumu üzerine fikir yürütenler daha çok “insanların duyguları” üzerine kafa yormuşlardır…
Mesela;
****
“Dinlerin oluşumu hakkında Freud, “dileklerin tatmini” olarak görmüştür. “Dini görüşler, medeniyetlerin diğer ürünleriyle aynı ihtiyaç temelinde ortaya çıkmıştır; doğanın ezici gücüne karşı kendini savunma zaruretinden.”
Ünlü sosyal psikolog Erich Fromm da, insanların “güvenlik ihtiyacı” ile dine yöneldiklerini vurgulayarak, dinlerin “korkuların giderilmesi arzusunu” karşılamasına dikkat çekmiştir.
İlkel insan, tabiat olayları karşısında hem şaşkınlık, hem de korku duymuştur. Natürizm yani tabiatçılık bir çok kişiye göre dinin başlangıcıdır.
Oysa bu argüman “Allah’ın varlığının “ delil olabilecek kuvvetli bir argümandır.
Her insanın doğuştan sahip olduğu korkma duygusu ve “korkuların giderilmesi arzusu” doğuştan sahip olduğumuz, gelecek hakkında, evren hakkında ve kendi acizliğimiz hakkında düşünme yeteneğimizle birleşince; doğuştan, bizi Allah’a muhtaç eden arzulara sahip olduğumuz olgusu karşımıza çıkar.
Neden farklı arzularımız bizi Allah’ın varlığına inanmaya yöneltecek şekildedir?
Arzularımızı incelediğimizde, bu dünyada yaşamak ve üremekten çok daha fazlasıyla ilgili olduklarını görmekteyiz.
Yırtıcı hayvanlardan veya yüksek bir yerden düşmekten korkma, elbette bu dünyada yaşamamıza ve ürememize bir katkıda bulunur. Fakat insan zihninin evrenin genişliğini ve kendi aczini kavraması sonucunda, bu durumdan korku duyunca; tüm evrendeki oluşumlara gücüyle etki edebilen bir Varlığa, korkuların giderilmesi arzusunun kendisini yöneltmesinin, bu dünyada yaşama ve üreme ile ilgisi yoktur.
Nitekim bir çok tür de kendilerini öldürebilecek canlılardan korkuya benzer bir his duyuyor gibidirler, fakat evrenin genişliğine karşı kendi acizlikleri üzerine düşünmeleri üzerine çıkan korkulardan kurtulma arzularının, kendilerini bu evrene aşkın olana yönelttiğini gözlemlemiyoruz.
Ağaçta, toprakta, suda olmayan böylesi arzular (yaşam, mutluluk, korkulardan kurtulma, gaye gibi); bu unsurları meydana getiren aynı atomların birleşimiyle bizleri meydana getirdiğinde, ne oluyordur da bizde oluşmaktadır? “
Daha da önemlisi nasıl oluyor da bu arzuların varlığı Allah’ın varlığını gerektirmektedir?
İnsanların içine bu arzuların konması yoluyla, Allah’ın, insanları kendisine inanmaya yönelttiği, Augustine ‘in kelimeleriyle söylemek gerekirse “Bizi, kendisi için yarattığı “ söylenebilir. “ Caner Taslaman, Allah Felsefe ve Bilim… “ ****
“Eğer Tanrı, yarattıkları için bu kadar hassas, dikkatli, sevgi dolu ve hayret verici bir ortam inşa etmişse, o zaman O’nun bu evreni keşfetmesini, araştırmasını, takdir etmesini, ondan ilham almasını ve nihayetinde –en önemli iş olarak- kendisini evren yoluyla bulmasını istemesi gayet doğaldır. “ John A. O’Keefe.
Son söz…
“Bir tutam atomun niye düşünce kabiliyeti olsun ki? Niye ben, su yazıyı yazarken bile, ne yaptığımın üzerinde düşünebiliyorum; ya da niye siz, yazdıklarımı okurken, ileri sürdüğüm fikirler hakkında, benimle aynı fikirleri paylaşarak ya da onları redderek, hoşnutlukla veya canınız sıkılarak, bana karşı çıkmaya hazırlanarak veya fikirlerimin buna bile değmeyeceğini düşünerek kafa yorabiliyorsunuz ki? Kimsenin, hele de bir Darwinistin, bu sorulara bir cevabı yoktur. Mesele şu ki, bu sorulara bilimsel bir cevap verilemez. “ Darwinist filozof Michael Ruse.
**** (yazımın bundan sonraki bölümü “Allah Bilim Felsefe” kitabından alıntıdır… Kitaba pdf olarak bu linkten ulaşabilirsiniz… Vakti olanların kitapta “Caner Taslamanın, Arzu delili” ile ilgili bölümü okumasını tavsiye ederim… sayfa 59
Kuran ısrarla gerek anlattığı Peygamber ve kavim kıssalarıyla gerekse “bazısını anlatmadık” diyerek ortadoğu dinlerinin dışına da kapı aralayarak dinler arasında bir süreklilikten ve kavramlar ne olursa olsun ritüel şekilleri nasıl olursa olsun bazı ibadetler ve temel prensiplerde dinin adem den beri aynı şekilde süregeldiğini iddia eder . 7 kişiyle oynanan bir kulaktan kulağa oyununda 1 dk içerisinde baştaki hikayeyle sondaki hikaye arasında neredeyse hiçbir benzerlik kalmazken , dinlerin yazının kullanılmadığı asırlarda veya sonrasında şekil veya içerik olarak bozulmaya uğramayacağını düşünmek ahmaklık olur . Ki Mesajcıların Müjdecilerin tekrar tekrar gelmesinin bir sebebi de bu olsa gerektir . Kuran namaz ibadetini tekrar tekrar vurgulayarak ya da cennettekilerin cennette bulunma sebepleri arasında sayarak ne kadar önemsediğini kıyamete kadar yaşayacak insanlara bildirmiş . Bununla birlikte namazın söz konusu videolardaki çoğu namazla yine ortak sayılabilecek ruku , kıyam ve secde özelliklerini kuranda bildirmiş daha detaylı uygulanışını sünnete bırakmıştır . Bu durum bence namaza ( selama , dua ya ) muhammedi topluluğa özgü motifler katmakla birlikte , şekildeki farklılıkların hoş görüldüğünü gösterir , namazdan murat edilen herhalde şekil değil bilinçtir . Kuran sürekliliğin ifadesi olarak namazı 5000 yıl önce geldiği düşünülen peygamberlerin de kıldığını söylerken , bir yandan namaz hep vardıysa diğer dinlerde yok ? diğer bir yandan namaz bakın başka dinlerde de var demek ki sizin ki çalıntı denilmesi art niyetten veya körlükten başka bir şey değil . bilimsel bi yanı da yok . Kuran yeni bir şey olmadığını zaten ilan ediyor , mesajcıların hep aynı şeyleri vaaz ettiğini insanların hep aynı hatalara düştüğünü , kavimlerin çoğunun da bozulmaya yüz tuttuğunu ve helak olduğunu bildiriyor (Yoksa bir kutsal kitap uydurucusu olarak Muhammed 1300 yıl sonra ortaya çıkacak metinlere karşı kendini korumaya mı alıyordu ? )
Allah ın peygamberlerinin de kavimlerin hep ileri gelenleriyle kavgası olduğunu da yine kuran dan biliyoruz . Lut un misafirlerine kadar tecavüze kalkışan ileri gelenler topluluğunun tek tanrıcılığın özgürce yeşermesine izin vermeyeceği de herhalde şüphe götürmez . Muhammed peygamberi öldürmeye çalışan 7 erkeğin 7 kabilesinin Peygamberin öldüğünü varsaydığımız bi ortamın tek tanrıcılara nasıl bi son hazırladığını da söylemeye gerek yok heralde .
Hamurrabi kanunlarında kısası görüp demekki buradan çaldılar diyen bir insanın , gözden kaçırdığı gerçek şudur , 12 yaşındaki bir çocuk da 70 yaşındaki bir dede de en yakını suçsuz yere öldürüldüğünde intikam ve kısas isteyecektir ( başına gelinceye kadar aksini iddia eden Modernlerden allaha sığınırım )
Sümerleri atamız sayıp Hinduları bu hesaptan ayrı tutan anlayış muhtemelendir ki benzerliklerimizi “din zaten söylem olarak bilgece bir şey olmak zorunda ” gibi ifade ediyor . Yine gözden kaçan şey bhavadgita , incil veya kuran , buda , isa , muhammed ve onların getirdiği ilkelere sıkı sıkıya bağlı insanlar haricinde bu dünyada ne bilgelik var ne herkesi kucaklayabilecek bi iyilik sistemi .
Yahudiliği monoteizmin çıkış noktası yapmaya çalışmak da yine bu ısmarlama tarih için bi senaryo kurmaktan başka bir şey değil . Musa dan yüzlerce yıl önce Mısır da tek tanrıcılığın kısa bir süre sonra bastrıılmak üzere varolduğu sır değil . Veya Babilde bugünkü terminolojide tanrı denilen varlıkların suya , fırtınaya vs doğa olaylarına hükmettiği şiirleştirilirken Marduk un allah ın bildğimiz sıfatlarıyla tanıtılması farklı ve manidardır . Filistin de ortaya çıkan Hristiyanlığın binlerce yıllık tek tanrılı geçmişin üstüne 3 lemeyi eklemesi gözümüzün önündeyken , eskilerin kendilerine bildirilene ihanet etmediğini düşünmek ya safdillik ya art niyet .
Uzun bir mesajın sonu bi bitişi hakettiğinden başta yapmam gerekeni şimdi yapıyor akla uygun , gerçekliğe sıkı sıkıya tutunmuş yazılarınız için teşekkür ediyorum .
Selam güzel kardeşim;
Sümerler ile ilgili bir araştırma yaparken buldum sitenizi..Yazılarınızın çoğunu büyük bir iştahla okudum. Vakit buldukça okumaya devam edeceğim inşaallah.
Nihayet! İslam’a aklı ile yaklaşıp, gönlüne sindiren ve dile dökenleri bulmak ne büyük mutlulukmuş.Elhamdülillah!
Doğduğundan beri kimliğinde müslüman yazan ve fakat yaşantısı hristiyanca, itikatleri yahudice olan ve Allah’ın lütfu ve inayeti ile 38 yaşında Kur’an’la dost olabilen;işini gücünü,mesleğini,dünyasını bir yana bırakıp,bu işi okulundan öğrenmeye karar verip,40’ında İlahiyat öğrenimine başlayan bir Kur’an talebesiyim. Mesleğimin gereği (avukat) araştırmadan, belgelemeden, delillendirmeden inanmayan biri olarak,Kur’an’dan daha kesin ve açık bir delil olmadığını anladığımda ki hayretim; sizler gibi akıl yolunu kullanan kullara rastlayınca mutluluğa dönüşüyor.
Allah her iki cihanda da razı olsun. İnşallah bir gün bir yerde yollarımız kesişir.
Rabbimizin selamı,rahmeti ve bereketi her daim üzerinize olsun.
yazilarinizi ilgiyle takip ediyor devamini bekliyoruz, Bilim ışıginda kurani anlamaya ve anlatmaya çok ihtiyaç var ancak bu sekilde gönüller daha mutmain oluyor. Düşünen beyinlere böyle yazilar ve araştirmalar gerekiyor. Emeğinize saglik..